1980 TARİHLİ LAHEY SÖZLEŞMESİ UYARINCA ULUSLARARASI ÇOCUK KAÇIRMA DAVALARINDA AİHM İÇTİHATLARI
Uluslararası çocuk kaçırma, tarihsel olarak kökleri derinlere uzanan bir sorundur. Son yıllarda, uluslararası seyahatlerin artması, çok kültürlü evliliklerin yükselmesi ve boşanma oranlarındaki artış gibi faktörlerle birlikte, bu tür kaçırma vakalarının sayısında hızlı bir artış gözlemlenmektedir. Ülkemiz, yurtdışında birçok vatandaşa sahip olması nedeniyle bu sorunun önemi giderek artmakta ve uluslararası düzeyde ciddi bir işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Bu noktada, Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Yönlerine Dair 25 Ekim 1980 tarihli Lahey Sözleşmesi, işbirliğinin temel araçlarından biri olarak öne çıkmaktadır.
Uluslararası çocuk kaçırma hususunda, Lahey Sözleşmesi temel olarak, yasadışı şekilde yer değiştiren veya bir taraf devlette alıkonulan çocuğun derhal iadesini öngörmektedir. Bu acil iade prosedürü, belirtilen eylemler gerçekleşmeden önceki mevcut durumun yeniden tesis edilmesi ve eylemi gerçekleştiren ebeveynin bu durumun getirdiği avantajlardan mahrum bırakılmasını amaçlamaktadır.
Ancak, Lahey Sözleşmesi Çocuk Kaçırmaya dair düzenlemeler tek başına bir bağlayıcılık sağlamamakta olup; Sözleşme’nin etkililiği, merkezi makamların ve ulusal mahkemelerin Sözleşme hükümlerini yorumlama ve uygulama biçimlerine bağlıdır. Müşterek çocuğun yurtdışına kaçırılması durumunda uygulamaların ülkeler arasında farklılık gösterdiği gözlemlenmektedir, çünkü işin doğası büyük ölçüde her ülkedeki kültürel değerlere dayanmaktadır. Bu nedenle, merkezi otoriteler uluslararası çocuk kaçırma olaylarında yalnızca Lahey Sözleşmesi Çocuk Kaçırmaya dair metne dayanmak yerine, Sözleşme’nin amacını da göz önünde bulundurarak doğru bir yorum ve uygulama yapmaya özen göstermelidirler.
Bu noktada uluslararası çocuk kaçırma davalarında yerel mahkemelerin verdiği kararlara karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin oluşturduğu içtihatlar çok önemli ve yol göstericidir. Uluslararası çocuk kaçırma vakalarında bir içtihat bankası oluşturulması ve sözleşmeye üye ülkelerin yerel mahkemelerine rehber niteliğinde olması Lahey Sözleşmesinin doğru uygulanabilmesı için elzemdir. Bu şekilde, müşterek çocuğun yurtdışına kaçırılması durumunda uluslararası çocuk kaçırma vakalarının önlenmesi ve hızla çözüme kavuşturulması için taraf devletler arasında işbirliği ve güven ortamının oluşturulmasına katkı sağlanacaktır.
Bu yazıda izinsiz olarak çocuğun yurtdışına çıkarılması durumunda iadesine ilişkin AİHM ilke kararları incelenmiş olup, Lahey Sözleşmesi uyarınca çocuğun iadesi prosedürüne ilişkin ayrıntılı bilgi almak için “Yurtdışına Kaçırılan Çocuğun İadesi” sayfamızı inceleyebilirsiniz.
LAHEY SÖZLEŞMESİ ÇOCUK KAÇIRMA DAVALARINDA AİHM KARAR ÖRNEKLERİ VE İNCELEMESİ
Lahey Sözleşmesi uyarınca uluslararası çocuk kaçırma davalarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen önemli ve ilke kararlar aşağıda paylaşılmıştır.
Karrer – Romanya davası
Avusturya’ya iadesi talep edilen müşterek çocukla ilgili bir Lahey Sözleşmesi davası, Romanya mahkemelerinde görülmüştür. Ancak, AİHM tarafından Romen mahkemeleri çocuğun çıkarlarını yeterince incelemediği ve dava dosyasını Lahey Sözleşmesi çerçevesinde değerlendirmediği tespit edilmiştir. Yerel mahkemenin çocuğun üstün menfaatini incelemekte pasif kalması sebebiyle, AİHM 8. madde ihlali olduğuna karar vermiştir.
Tapia Gascae v D. – İspanya kararı
Başvurucu, kızının babası tarafından İspanya yetki alanından çıkarılmasının önlenmesi konusunda yerel yetkililerin yeterli çabayı sarf etmediğini ve ayrıca çocuğun iadesini sağlayamadıklarını iddia etmiştir. Ancak Mahkeme, bu iddiaların yerinde olmadığına karar vererek, 8. maddeyi ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Bu kararda yerel makamların müşterek çocuğun yurtdışına kaçırılmasında ihmali olup olmadığı AİHM tarafından değerlendirilmiştir.
Ignaccolo-Zenide – Romanya; Karadžić – Hırvatistan davaları
Bu davalar kapsamında, çocuğun annesine iadesiyle ilgili mahkeme kararlarının icrası konusunda yetkililerin aldığı tedbirlerin yetersizliği, 8. madde çerçevesinde bir ihlal kararıyla sonuçlanmıştır. AİHM bu kararlarda, çocuğun anne babasıyla ilişki kurma hakkının AİHS’nin 8. maddesi kapsamında güvence altına alınan bir hak olduğunu vurgulamış ve özellikle taraf devletlerin bu hakkın etkin kullanımını sağlama yükümlülüğüne işaret etmiştir.
Ayrıca, bu yükümlülükleri Lahey Sözleşmesi hükümlerini göz önünde bulundurarak yorumlamış ve bu sayede Lahey Sözleşmesi’nin etkinliğine büyük bir katkı sağlamıştır. Bu kararlar, Lahey Sözleşmesi kapsamındaki bir iade davasında, yetkili makamların hızla hareket etmelerinin önemini vurgulaması açısından da son derece önemlidir.
Stochlak – Polonya; P.P. – Polonya; Bajrami – Arnavutlık; Bianchi – İsviçre; H.N. – Polonya; Monory –Romanya ve Macaristan ve Maire – Portekiz davaları
Bu davalarda annenin çocuğu yurtdışına kaçırması sonucunda çocuğun babasına iadesine ilişkin mahkeme kararlarının icrası hususunda yetkililerin aldığı tedbirleri yetersiz bularak AİHM ihlal olduğuna hükmetmiştir. AİHM tarafından yerel mahkemelerin kararlarının icrası konusunda yerel otoritelerin ve resmi makamların aktif bir rol alması gerektiğinin önemi vurgulanmıştır.
Leschiutta ve Fraccaro – Belçika kararı
Yetkili otoritelerin, annenin çocuğu yurtdışına kaçırması sebebiyle çocukların babalarına iadesi hususunda hızlı, yeterli ve etkili bir çaba göstermedikleri ve Lahey sözleşme hükümlerini etkin bir şekilde uygulamakta eksik kaldıkları sebebiyle AİHM bu davada hak ihlali olduğuna kanaat getirmiştir.
Karoussiotis – Portekiz ve Dore – Portekiz davaları
Portekizli yetkililerin; müşterek çocuğun yurtdışına kaçırılması sonucu iadesi hususunda başlatılan işlemlerdeki hatalı tutumu ve ihmali sebebiyle AİHM ihlal kararı vermiştir. Bu davalarda AİHM tarafından aranan husus çocuğun iadesi ilişkin prosedürün Lahey Sözleşmesi hükümleri uyarınca doğru ve eksiksiz bir şekilde yürütülmesidir.
Carlson – İsviçre davası
AİHM, çocuğun babası ile birlikte mutat ikametine dönüşünün sağlanmasında hızlı davranılmamasının 8. maddenin ihlaline yol açtığı değerlendirmesinde bulunmuştur. AİHM bu kararında çocuğun iadesine ilişkin talebe olumlu yönde karar verse bile bu sürecin hızlı ve etkin bir şekilde yönetilmesi gerektiğinin önemini vurgulamıştır.
Balbontin – Birleşik krallık kararı
Mahkeme, bir baba tarafından Lahey Sözleşmesi temelinde yapılan başvuruyu inceleyerek, AİHS’nin 8. maddesi ile bağlantılı olarak 14. maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Mahkemenin bu dava kapsamındaki tespitleri, Lahey Sözleşmesi çocuk kaçırmaya ilişkin düzenlemelerde koruma hakkının temel nitelikte bir düzenleme yetkisi vermediğine dikkat çekmesi açısından önem taşır. Ayrıca, söz konusu kararda AİHM’in aile kurumuna yaklaşımı ve koruma hakkının ebeveynlere verdiği yetkinin farklı hukuk sistemlerinde farklı şekillerde düzenlenebileceği gözlemlenebilir.
Serghides – Polonya kararı
Başvurucunun, annenin çocuğu yurtdışına kaçırması sonucu çocuğun Polonya’ya götürülmesinin ardından kızının kendisine iadesi talebinin uzun süren yargılama sonucunda reddedilmesine ilişkin iddiası, Mahkeme tarafından kabul görmemiştir. Mahkeme’nin bu değerlendirmeyi yaparken makul sürede yargılanma hakkına ilişkin temel kriterlere dayandığı gözlemlenmiştir. Bu kararda önemi belirtilen husus yargılama sürecinin uzun sürmesinin haklı sebeplere dayanması halinde makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinin kabul edilemeyeciğidir.
Šneersone ve Kampanella – İtalya davası
Bu dava; İtalyan mahkemelerinin, Letonya’da annesiyle yaşayan küçük bir çocuğun İtalya’daki babasına iadesine yönelik kararıyla ilgili bir durumu ele almaktadır. İtalyan mahkemelerinin kararının yeterli gerekçeye dayanmadığı ve çocuk ile annesi arasındaki yakın ilişkilerin ani ve geri dönülemez şekilde kopmasının olası psikolojik travmayı düşünmeden verildiği iddiası yerinde görülmediğinden, davada herhangi bir ihlal kararı verilmemiştir. Bu durum, Lahey Sözleşmesi kapsamındaki uyuşmazlıkların sadece iade talebinin reddine ilişkin değil, aynı zamanda iade kararı verildiği durumlarda da AİHS’nin 8. maddesi çerçevesinde incelenebileceğini göstermektedir..
Macready – Çek Cumhuriyeti kararı
Annesi tarafından Çek Cumhuriyeti’ne yasadışı götürülmesinin ardından, başvurucunun çocuğunun kendisine iadesine ilişkin talebiyle ilgili yürütülen davanın uzun sürmesi ve babanın ziyaret haklarını kullanamaması sebepleriyle 8. madde ihlali olduğuna karar verilmiştir. Bu karar, AİHM’in bazen Lahey Sözleşmesi’nin hızlı iade prosedürünü de göz önünde bulundurarak, AİHS’nin 6. maddesi kapsamında makul sürede yargılanma hakkına ilişkin şikayetleri 8. madde çerçevesinde değerlendirdiğini göstermektedir.
Shaw – Macaristan davası
Çocuğun üzerinde ebeveynlerin ortak velayet hakkı bulunmasına rağmen, AİHM tarafından, Macar makamlarının, ortak velayetin mevcut olduğu bir durumda annesi tarafından Fransa’dan götürülen çocuğun babasının Paris’e geri getirilmesini sağlamadığı ve bu nedenle babanın çocuğunu görmesinin imkansız hale geldiği belirlenmiştir. Ayrıca, yetkili mercilerin, çocuğun iade kararının uygulanması için herhangi bir adım atmamış olmaları ve bu süre zarfında başvuranın kızını üç buçuk yıl boyunca görememiş olması tespit edilmiş ve bu nedenle başvurunun 8. maddeye aykırılık teşkil ettiğine karar verilmiştir.
M.R. ve L.R. – Estonya davası
Dava konusu; Lahey Sözleşmesi çocuk kaçırma düzenlemeleri uyarınca İtalya’ya iadesi talep edilen bir anne ve babanın kızıdır. Anne, seyahat amacıyla gittikleri Estonya’dan İtalya’ya geri dönmemişlerdir. AİHM, dava Strasbourg’da devam ederken çocuğun Estonya hükümeti tarafından iade edilmemesini talep etmiş ve durumun aciliyeti nedeniyle dava dosyasını üç aydan kısa bir sürede inceleyerek başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle başvuruyu reddetmiştir.
AİHM’e göre, annenin İtalya’ya dönemeyeceği iddialarını reddeden Estonya makamları, takdir haklarının sınırlarını aşmamıştır. Ayrıca çocuğun İtalya’ya iadesi kararının keyfi olduğu veya yetkili mercilerin ilgili çıkarlar arasında adil bir denge kurmadıkları yönünde herhangi bir bulgu da mevcut değildir. AİHM’in bu kararda incelediği husus yerel mahkemenin takdir hakkı sınırlarını aşıp aşmadığının tespitidir.
P. K. – Belçika davası
Annesi tarafından babasının izni veya ABD mahkemelerinin onayı olmadan Belçika’ya götürülen bir çocuğun ABD’ye iadesi kararıyla ilgili olan bu davada, çocuğun ABD’ye iade edilmesine karar veren istinaf mahkemesinin, çocuğun babasına iadesinin potansiyel risklerini yeterince değerlendirmediğini ve ayrıca geçen süre içinde çocuğun Belçika’daki yaşamına alıştığını göz önünde bulundurmadığını belirleyen Mahkeme, 8. maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
AİHM bu kararında müşterek çocuğun yurtdışına kaçırılması durumunda çocuğun yeni yaşamına uyum sağlayıp sağlamadığının tespit edilmesinin ve yerel mahkemece bu hususta detaylı bir inceleme yapılmasının önemini vurgulamıştır.
Sophia Guðrún Hansen – Türkiye kararı
Bu davada AİHM tarafından verilen karar, annenin ziyaret hakkına ilişkin mahkeme kararlarının icrası konusunda yetkililerin aldığı tedbirlerin yetersizliği üzerine kuruludur. AİHM, Hükümetin, başvurucunun çocuğunu ziyaret hakkının yerine getirilmesi konusunda Türk yetkili makamlarının makul olarak kendilerinden beklenileni yaptıkları yönündeki iddialara katılmamış ve dava sonucunda ihlal kararı vermiştir.
Övüş – Türkiye kararı
AİHM kararı ziyaret hakkıyla ilgilidir ve bu davada da, Türk yetkili makamlarının tedbir almadaki yetersizlikleri nedeniyle başvurucunun çocuklarını görmesinin mümkün olmadığını tespit eden Mahkeme, 8. maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. AİHM yerel otoriteler tarafından alınacak tedbir kararlarının etkin ve yeterli olması şartını aramaktadır.
Eskinazi ve Chelouche – Türkiye kararı
Bu başvuruda, Fransız kökenli Türk anne ve kızı, Türk makamlarının çocuğun İsrail’e geri gönderilmesine yönelik iade kararını AİHM’ye taşımıştır. Annenin, babanın rızasını da alarak çocuğuyla birlikte tatil için Türkiye’ye geldiği ve daha sonra İsrail’e geri dönmediği olayla ilgili bu başvuru, açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulunmuştur.
AİHM, Lahey Sözleşmesi anlamında haksız şekilde kaçırıldığına kanaat getirilen çocuğun İsrail’e iade edilmesi kararının, yetkili mercilerin 8. madde kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal etmediği ve Türk makamlarının talebi reddetme konusunda maddi gerekçeye sahip oldukları şeklinde yorumlanamayacağı tespitinde bulunmuştur.
Ancel – Türkiye davası
Başvurucunun, babası tarafından götürülmüş olan kızının velayetinin kendisine verilmesine ilişkin kararın uygulanmamasına dayandırdığı ihlal iddiası Mahkemece yerinde görülmemiştir.
Küçük – Türkiye kararı
Bu karar, Devletlerin aile hayatının korunmasına yönelik olarak 8. madde kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin Lahey Sözleşmesi uluslararası çocuk kaçırma hükümleri çerçevesinde nasıl belirlendiği konusunda, Türkiye hakkında verilmiş en önemli kararlardan biridir.
Dava, Türk ve İsviçre yetkili makamlarının, annesi tarafından İsviçre’ye yasadışı götürülen çocuğun mahkeme kararları uyarınca hızla Türkiye’ye dönmesi için gerekli önlemleri almadıkları iddiasına dayanmaktadır.
Mahkemeye göre; velayetin verildiği başvuran ile oğlunun birlikte yaşamaya devam etmeleri, mevcut davada da uygulama alanı bulan AİHS’in 8. maddesinin birinci paragrafı anlamında aile hayatının temel bir unsuru oluşturmaktadır. AİHS’nin 8. maddesi, bir ebeveynin çocuğuyla yeniden birleşmesini sağlayacak önlemlerin alınmasını talep hakkının yanı sıra, ulusal makamların bu önlemleri alma yükümlülüğünü de kapsamaktadır. Bu husustaki belirleyici nokta, ulusal makamların, uygulamadaki mevzuat ya da mahkeme kararlarıyla ebeveyne tanınan velayet, ziyaret ya da birlikte yaşama hakkının icrasını kolaylaştırma noktasında kendilerinden beklenilen bütün makul önlemleri alınıp alınmadığıdır.
Ancak Mahkeme, ulusal makamların bu konudaki önlem alma yükümlülüğünün mutlak olmadığını belirtmiş ve tedbirlerin nitelik ve kapsamının her davanın koşullarına bağlı olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme’ye göre, bu alandaki AİHS’in 8. maddesinin Sözleşmeci Devletler’e yüklediği pozitif yükümlülükler, 1980 tarihli Lahey Sözleşmesi ışığında yorumlanmalıdır.
Lahey Sözleşmesi uyarınca, merkezi makamların kendi aralarında yardımlaşması ve çocukların derhal iadesini sağlamak üzere ilgili devletlerin yetkili mercileri arasındaki işbirliğini teşvik etmesi gerekmektedir. Mahkeme, Türkiye ve İsviçre’nin adli, diplomatik ve polis düzeyindeki girişimlerinin başvuranın arzuladığı şekilde yürümemesi ve ilgili şahsın daha kısa sürede istenilen sonucu elde edememesinin, Türkiye ve İsviçre yetkili makamlarının pasif kaldıkları anlamına gelmeyeceğine işaret etmiştir.
Nihai olarak Mahkeme, müşterek çocuğun yurtdışına kaçırılması ile Türkiye’ye geri dönüşü arasında belli bir süre geçmesine rağmen, Türk ve İsviçre yetkili makamlarının iç hukukları ve uluslararası sözleşmeler uyarınca gerekli tüm prosedürleri yerine getirdikleri sonucuna varmış ve olayda 8. maddenin ihlal edilmediğine hükmetmiştir.
Neulinger – İsviçre kararı
Bu karar, koruma hakkına sahip olan annenin çocukları ile tek taraflı olarak yer değiştirdiği durumları ele almaktadır. Mahkemenin Neulinger kararındaki tespiti, özellikle uluslararası çocuk kaçırma vakalarında Lahey Sözleşmesi’ni algılayışı ve yorumlaması açısından doğru görünmemektedir. İsviçre Mahkemeleri, Lahey Sözleşmesi’nin 13/1-(b) maddesinde yer alan, iadenin çocuğu bir tehlikeye maruz bırakacağı veya başka bir şekilde müsamaha edilemeyecek bir duruma düşüreceği yolunda ciddi bir risk olması halinde reddedilebileceği istisnasını göz önünde bulundurmuş ve annenin çocuğuyla birlikte İsrail’e dönebileceğine ve koruma hakkının esasıyla ilgili prosedüre orada başlanabileceğine hükmetmiştir.
Ancak AİHM, çocuğun yeni ülkede intibak sağlamış olmasının ve annenin İsrail’e dönmesi durumunda karşılaşacağı zorlukların, iade kararının yerine getirilmesinin aile hayatına müdahale olarak kabul edilebilmesi için yeterli veriler olduğu sonucuna varmıştır. AİHM bu kararında ilkesel olarak, Sözleşme’nin boşlukta yorumlanamayacağına, uluslararası hukukun genel ilkeleriyle uyumlu şekilde yorumlanması gerektiğine, bu nedenle uluslararası çocuk kaçırma meselesinde, Sözleşme’nin 8. maddesinin Sözleşmeci Devletlere yüklediği yükümlülüklerin, özellikle Lahey Sözleşmesi dikkate alınarak yorumlanması gerektiğine, Lahey Sözleşmesi’nin, çocuğu fiziksel veya psikolojik zarar riskine maruz bırakmadıkça veya başka bir şekilde katlanılmaz bir duruma sokmadıkça, kural olarak iadeyi zorunlu kıldığına işaret etmektedir.
Bununla beraber AİHM, kararın devamında, lahey sözleşmesi çocuk kaçırma vakalarında çocuğun iadesine otomatik ve mekanik bir şekilde karar verilemeyeceği ve bu noktada kişisel gelişim açısından çocuğun yüksek menfaatinin, özel koşullara ve özellikle çocuğun yaşı ve olgunluk düzeyine, anne babasının, çevresinin ve tecrübelerinin bulunup bulunmadığına bağlı olduğu, çocuğun yüksek menfaatlerinin, her bir münferit olayda ayrıca değerlendirilmesi gerektiği, çocuğun İsviçre vatandaşlığına sahip olduğu ve iki yaşındayken bu ülkeye geldiği, bu tarihten itibaren sürekli olarak burada yaşadığı, başvuruculara göre çocuk burada yerleşmiş olup, hala belirli bir intibak kapasitesine sahip bir yaşta bulunmakla birlikte, tıbbi raporlarda işaret edildiği gibi, mutat çevresindeki köklerinden koparılması ve özellikle tek başına geri dönmesinin, kendisi bakımından muhtemelen ağır sonuçlar doğuracağı, dolayısıyla İsrail’e iadesinin yararlı olacağının söylenemeyeceği tespitlerine yer vermiştir.
Ayrıca AİHM, annenin geri dönme halinde cezai yaptırıma maruz kalma riski altında olduğunu, bu yaptırımın kapsamının henüz belirlenmediğini, hakkında muhtemelen hapis cezasının söz konusu olacağı bir ceza davasının açılma ihtimalinin bütünüyle yok sayılamayacağını, bu durumda annenin İsrail’e dönmeyi reddetmesinin bütünüyle haksız görünmediğini, İsviçre vatandaşlığı bulunan annenin, İsviçre’de kalma hakkına sahip olduğunu ve annenin İsrail’e dönmeyi kabul ettiği düşünülecek olsa bile, kendisine karşı ceza davası açılarak hürriyeti kısıtlandığında, çocuğa kimin bakacağı meselesinin ortaya çıkacağını, babanın geçmişteki tutumu ve kısıtlı mali kaynakları göz önünde bulundurulacak olursa, çocuğa bakma kapasitesinin varlığının kuşkulu olduğunu, babanın hiçbir zaman çocukla yalnız yaşamamış ve ayrılmasından sonra çocuğu hiç görmemiş olduğunu ifade etmiştir.
Sonuç olarak, AİHM, yukarıda belirtilen tespitler ışığında çocuğun İsrail’e iadesinin çocuğun yüksek menfaatlerine uygun olmadığına ve annenin de oğluyla birlikte İsrail’e geri dönmeye zorlanması durumunda, aile yaşamına saygı hakkına orantısız bir müdahalenin söz konusu olacağına karar vermiştir.
Karardaki değerlendirmenin aksine Lahey Sözleşmesi’nin 12. maddesi yalnızca, iade prosedürünün çocuğun yasadışı götürülmesinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra başlatılması halinde, eğer çocuk yeni çevresine intibak etmişse iade için bir istisna öngörmektedir. Mevcut davada tespit edildiği üzere, İsviçre’de Lahey Sözleşmesine ilişkin prosedür, kaçırmadan itibaren bir yıl içinde başlatılmıştır. Yine de AİHM, kaçırılmasından itibaren İsviçre’de bulunan çocuk hakkında, intibak sağlamış olma ölçütüne başvurmuştur.
Bunun yanı sıra AİHM’in kararında, Lahey Sözleşmesi’nin açık bir dille yasaklamasına rağmen, koruma hakkının esasına dair donelere yer vermek suretiyle, taraf devletlerin yargı makamlarının Lahey Sözleşmesi uyarınca öngörülen görev alanlarını oldukça geniş yorumladığı anlaşılmaktadır.
Raban – Romanya kararı
Raban kararında, ortak velayete sahip olan anne ve çocukları Romanya’ya ziyarete gitmiş, fakat dönüşte annenin İsrail’e dönmeme kararı üzerine baba, Lahey Sözleşmesi çocuk kaçırma düzenlemeleri kapsamında başvuruda bulunmuştur. Anne, baba tarafından çocukların Romanya’ya gitmesine onay verildiğini ve İsrail’deki güvensizlik ortamının çocuklar için “ciddi bir risk” oluşturduğunu ileri sürmüş, ancak ilk derece mahkemesi annenin savunmasını reddederek çocukların İsrail’e iadesine karar vermiştir. Temyiz mahkemesi bu kararı bozmuştur.
AİHM, sonuç olarak, takdir hakkı ilkesine dayanarak, babanın çocukların yer değiştirmesi konusunda onay verdiğini, çocukların tamamen adapte oldukları ve anneleri tarafından iyi bir şekilde bakıldıklarına dair temyiz mahkemesinin yeterli delile sahip olduğuna hükmederek başvurucunun ihlal iddiasını reddetmiştir. Bu davada AİHM’in özellikle, Lahey Sözleşmesi kapsamındaki bir dava için ve Sözleşme’de yer verilen istisnaların doğru şekilde yorumlanmamasına dikkat çekmesi dikkat çekicidir. Zira bu tespitler, ancak iade prosedürü tamamlandıktan sonra çocuğun mutat ikamet yeri yargı makamları tarafından yürütülebilecek olan koruma hakkının esasına dair dava için değerlendirilmesi gereken konulardır.
LAHEY SÖZLEŞMESİ UYARINCA ULUSLARARASI ÇOCUK KAÇIRMA DAVALARINDA İÇTİHAT BİRLİĞİNİN ÖNEMİ
Uluslararası çocuk kaçırmanın, çocuklar üzerinde olduğu kadar ebeveynler üzerinde de çeşitli etkileri bulunmaktadır. Özellikle bu eylemin mağduru olan çocuk, sadece diğer ebeveyniyle temasını kaybetmekle kalmaz, aynı zamanda ihtiyaç duyduğu sevgi, şefkat ve korumadan yoksun kalır. Bununla birlikte, kendi ev ortamından uzaklaşır ve yeni bir kültür, farklı bir hukuki sistem, dil ve genellikle farklı bir sosyal yapıyla karşılaşır. Bu farklılıklar, uluslararası çocuk kaçırma vakalarını karmaşık ve çözülmesi zor bir hale getirir.
Lahey Sözleşmesi, taraf devletlerde genel anlamda oldukça başarılı bir uygulamaya sahiptir ve bugün itibariyle seksen altı devlet taraf olarak yer almaktadır. Bu bağlamda, Sözleşme, binlerce kaçırma vakasının çözümüne katkıda bulunmanın yanı sıra, kaçırma eyleminin çocuğun her iki ebeveyniyle ilişki kurma hakkına zarar verici olduğuna dair net bir mesaj vererek ve çocuğun acilen iadesi konusundaki tedbirlerin etkinliğiyle, diğer birçok vakada da caydırıcı bir rol üstlenmektedir.
Lahey Sözleşmesi, uluslararası çocuk kaçırma vakalarında mutat mesken, koruma hakkı ve ciddi tehlike gibi kavramları özel bir amaç doğrultusunda benimsemiş ve bu kavramların doğru anlaşılması ve yorumlanmasını öngörmektedir. Bu sözleşmenin seksen altı taraf devlette uygulanması, kaçınılmaz olarak ilgili devletlerin ulusal ve kültürel özelliklerini yansıtacak ve farklı yargı sistemlerinin yapısı, şüphesiz Sözleşme’nin yorumunu etkileyecektir. Bununla birlikte, Lahey Sözleşme çocuk kaçırma düzenlemelerinin etkinliği büyük ölçüde, taraf devletlerin uygulamalarındaki tutarlılık ve bu devletler arasında işbirliğinin sağlanabilmesine dayanmaktadır. Bu noktada, Lahey Sözleşmesi bir adli yardım anlaşması niteliği taşımaktadır.
Bu bağlamda, özellikle iade davalarında mahkemelerin iş bölümü göz önünde bulundurularak düzenlenmesi yerine, Lahey Sözleşme’nin Almanya’daki uygulamasında olduğu gibi belirli bölgelerde yetkili kılınmış sınırlı sayıdaki aile mahkemesinin Lahey Sözleşmesi kapsamındaki uluslararası çocuk kaçırma davalarında görevlendirilmiş olması, iade prosedürünün daha hızlı ve etkili olmasını sağlayacağı düşünülmektedir. Bu konuda görevli kılınmış özel mahkemelerin oluşturulması Lahey Sözleşmesi’nin yorumlanmasında ve sözleşme hükümlerinin teknik olarak uygulanması konusunda mahkemelerin ve hakimlerin tecrübe kazanmasını sağlayacağı gibi; uluslararası çocuk kaçırma vakalarında Lahey Sözleşmesi uyarınca bir içtihat birliğinin oluşmasına da büyük bir imkan yaratacaktır. Ayrıca, taraf devletlerin hukuk sistemlerindeki mevzuat ve yargısal uygulamaların erişilebilirliği ile etkin iletişimin sürdürülmesi, uygulamada tutarlılığın sağlanmasına ve Sözleşme’nin öngördüğü iade prosedürünün etkin bir şekilde işlemesine olumlu katkılarda bulunacaktır.
YASAL UYARI: Web sitemizde yer alan makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Orbay Çokgör’e aittir ve tüm makaleler elektronik imzalı zaman damgalı olarak hak sahipliğinin tescil edilmesi amacıyla yayınlanmaktadır. Sitemizdeki makalelerin, kaynak link vermeden kopyalanarak veya özetlenerek başka web sitelerinde yayınlanması durumunda, hukuki ve cezai işlem yapılacaktır.